Kişisel Verilerin Korunmasını İsteme Hakkı Devlete Pozitif bir Yükümlülük Yükler
Anayasa Mahkemesi’nin 20 Mart 2025 tarihli ve 2020/15944 sayılı kararına göre, yargısal makamlar, özel hayatın gizliliği kapsamında üçüncü kişilerin müdahaleleriyle ilgili uyuşmazlıklarda, kişisel verilere Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlenen güvencelere aykırı bir müdahale olup olmadığını titizlikle incelemelidir. Devletin özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında pozitif bir yükümlülüğü vardır ve bu hakkı sadece kamusal makamlara karşı değil, diğer bireylerin eylemlerine karşı da korumalıdır.
Olayların Özeti:
Somut olayda, başvurucu, kendisine ait sağlık verilerini içeren belgelerin, yıllar önce kendisini tedavi etmiş olan doktor tarafından, açık rızası olmaksızın, annesine iletilmesine yönelik şikayeti hakkında etkili bir ceza kovuşturması yapılmadığı iddiası ile 30 Mart 2020 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Başvurucu ayrıca ailesinin bu belgeleri kullanarak aleyhinde vesayet davası açtığını ve iki yıla yakın süre anayasal haklarından mahrum kaldığını belirtmiştir.
Yargılama sırasında doktor, başvurucunun annesinin oğlunun kayıp olduğu ve hayatından endişe ettiğini, bu sebeple oğlu bulunduğunda koruma kararı aldırabilmek için hastanın tedavisine ilişkin belgeleri talep ettiğini söylemiş ve hastanın kendisine veya ailesine zarar vermesine engel olmak için hastanın tedavisi ile ilgili düzenlediği belgeyi verdiğini belirtmiştir.
İzmir 2. Asliye Ceza Mahkemesi, doktorun suç kastının tespit edilemediği gerekçesi ile beraatine karar vermiş, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi de istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir.
AYM’nin İncelemesi
AYM, başvurunun Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiş ve Anayasa’nın 20. maddesi ile koruma altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının korunmasının devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini özellikle vurgulamıştır. Bu yükümlülük, sadece kamu makamlarına karşı değil, özel kişilerin eylemlerine karşı da geçerlidir.
Yargı makamları, üçüncü kişilerce gerçekleştirilen eylemlerde de anayasal güvencelere aykırılık olup olmadığını değerlendirmelidir. Bu kapsamda yargı mercileri adil yargılanma kurallarına uygun olarak, temel haklara yönelik müdahalenin meşru bir amaca dayanıp dayanmadığını, ölçülü olup olmadığını değerlendirilmeli ve kişisel verilerin korunmasını göz ardı etmeyen bir kovuşturma süreci yürüterek, varılan sonucu yeterli ve ilgili gerekçelere dayandırmalıdır.
AYM, başvuru konusu somut olayda yargı mercileri tarafından:
- Başvurucunun annesini bilgilendirmenin ötesine geçilerek belge verilmesinin gerekli olup olmadığının ve sırf bilgilendirme yapmak yerine belge verilmesini zorunlu kılan bir sebebin bulunup bulunmadığını tartışılmadığını,
- Başvurucu ile annesi arasında menfaat çatışmasının bulunup bulunmadığının irdelenmediğini,
- 2010 yılında yapılan tedaviye ilişkin belgelerin 2016 yılında başvurucunun annesine verilmesi için ne gibi bir acil durumun bulunduğunun ortaya konulmadığını,
- Söz konusu belgelerin verilmesini gerektirebilecek acil ve istisnai bir durum olsaydı dahi üçüncü kişiye belgelerin verilmesi yerine istisnai durumun kapsamına uygun, örneğin tehlikeliliği önleyebilecek alternatif bir yolun mevcut olup olmadığının, varsa bu yolun neden tercih edilmediği hususunda herhangi bir açıklamada bulunulmadığını
tespit etmiş ve dolayısıyla mahkemelerin anayasal güvenceleri dikkate alan bir değerlendirmede bulunmadığı sonucuna varmıştır.
Sonuç
AYM’nin bu kararı adeta özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunmasına ilişkin yargılamalarda yargı mercilerinin dikkate alması gereken hususlar açısından bir yol haritası niteliğindedir.
Bu karar ışığında kişisel verilerin ilgili kişinin rızası olmaksızın üçüncü kişilerle paylaşımının söz konusu olduğu her durumda “Gerçekten bu kadar kapsamlı bir veri paylaşımı gerekli miydi?”, “Bu müdahale, olayın koşulları içinde tek ve zorunlu yol muydu?”, “Daha az müdahaleci, ama aynı koruyucu etkiyi yaratabilecek bir yöntem düşünülebilir miydi?” sorularının sorulması artık kurum ve şahıslar için kaçınılmaz hale gelmektedir.
Sonuç itibarıyla, Anayasa Mahkemesi bu kararında, kişisel verilerin korunmasına ilişkin anayasal hakkın yalnızca teorik bir güvence değil; sadece kurumlara değil kişilere ilişkin yargılamalarda aktif biçimde korunması gereken, bir hak olduğunu açıkça ortaya koymuştur.