Günümüzde çoğu startup ve girişimin faaliyet alanı, oyun, mobil uygulama ya da SaaS platformu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazılımın konusu ne olursa olsun, ortaya çıkan ürün çoğunlukla eser niteliği taşımakta ve bu nedenle doğrudan Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (“FSEK”) kapsamında gerçekleştirilmesi gereken bazı devir yükümlülüklerini beraber getirmektedir.
Ancak Türkiye’de faaliyet gösteren birçok startup, bu ürünlerin hukuki sahipliğini yeterince açık biçimde yapılandırmadan yola çıkmakta; “yazılım kimin tarafından geliştirildi, hangi sözleşmeye dayanıyor, hak devri yapılmış mı?” gibi temel sorular genellikle yatırım aşamasında yatırımcılar tarafından sorulduğunda gündeme gelmektedir. Özellikle Anglo-Amerikan hukuk sistemine tabi yatırımcılarla çalışmayı hedefleyen, Kuzey Amerika odaklı fon arayışında olan girişimler için bu belirsizlikler ciddi bir risk oluşturmaktadır. Bu nedenle bu yazıda, Kuzey Amerika hukukunda sıkça karşılaşılan “work made for hire” kavramının Türk hukukundaki karşılığını ele alıyoruz.
Work Made for Hire Kavramı
Anglo-Amerikan hukuk sisteminde yerleşik “work made for hire” (sipariş üzerine yapılan iş) yaklaşımı, girişim dünyasında fikrî mülkiyet sahipliği açısından kritik bir farklılık barındırmaktadır: Bir eserin kimin tarafından yaratıldığı değil; kimin talimatıyla ve finansmanıyla ortaya çıktığı esastır. Bir yazılım, tasarım ya da içerik, şirket adına ve şirketin yönlendirmesiyle geliştirilmişse, hak sahipliği doğrudan şirkete aittir. Örneğin, bir startup tarafından bir tasarımcıya hazırlatılan logo, sözleşmede aksi belirtilmedikçe otomatik olarak şirketin mülkiyetine geçer. Hak devrinin ayrıca düzenlenmesine gerek duyulmaz; eser, baştan itibaren şirketin varlığına bağlı şekilde doğar.
Bu yaklaşım, özellikle Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi’nin Community for Creative Non-Violence v. Reid (1989) kararında açıkça şekillenmiştir. Karara göre, bir eserin “work for hire” olarak değerlendirilebilmesi için şu koşullardan en az birinin mevcut olması gerekir:
- Eser özel olarak sipariş edilmiştir.
- Eseri meydana getiren kişi bu işi yapmakla açıkça görevlendirilmiştir.
Marvel Characters, Inc. v. Kirby kararında bu değerlendirmeye iki önemli kriter daha eklenmiştir:
- Instance (sebep olma): Siparişi veren taraf, yaratım sürecine ne ölçüde yön vermektedir?
- Expense (masrafı karşılama): Üretim sürecinin finansmanı hangi tarafça sağlanmaktadır?
Bu kriterler birlikte sağlanıyorsa, Anglo-Amerikan hukuk sisteminde eserin işverene ait olduğu kabul edilir ve hakların ayrıca devri aranmaz.
Türk hukuk sistemi ise bu yaklaşımı benimsememektedir. FSEK, Kıta Avrupası hukuk sistemine uygun olarak, eseri meydana getiren gerçek kişinin eser sahibi olduğunu düzenler. Bir başka deyişle, bir kişi işverenin talimatıyla ya da sipariş üzerine bir yazılım geliştirmiş olsa dahi, hukuken eser sahibi yine o kişidir. İşverenin yazılım üzerindeki haklarını devralabilmesi, ancak açık ve yazılı bir sözleşmeyle mali hakların geçirilmesi yoluyla mümkündür. Manevî haklar (örneğin, eser sahibi olarak tanınma hakkı) ise devredilemez niteliktedir.
Bu durum, Türkiye’deki startup’lar açısından yatırım sürecinde sorun yaratabilmektedir. Çalışanlar ya da dış kaynak (freelance) geliştiriciler tarafından üretilen yazılımın mülkiyeti, eğer açık şekilde devralınmamışsa, bu yatırımcılar açısından ciddi bir hukuki belirsizlik anlamına gelir. İyi niyetli iş ilişkileri ya da sözlü mutabakatlar bu aşamada geçerlilik taşımaz. Yatırımcılar, söz konusu yazılımın ya da dijital ürünün hangi sözleşmeye dayanarak şirkete ait olduğunu (“Chain of titlement”) yazılı ve açık biçimde görmek ister.
Bu kavramla karşılaşmak, yalnızca yazılım geliştirme süreçlerinde değil, yazılıma yapılacak yatırımların düzenlendiği sözleşmelerde de son derece olasıdır. Bir yatırımcı, yazılımın mülkiyet durumunu değerlendirmek veya yatırım sonrası hak devrini güvence altına almak istediğinde, “work made for hire” anlayışını temel alabilir. Ancak bu yaklaşım, Türk hukuku bakımından aşağıda detaylı açıklayacağımız üzere doğrudan uygulanabilir değildir.
Türkiye’de Eser Sahipliği
FSEK’e göre, işverenin bir çalışan tarafından yaratılan eser üzerindeki mali hakları kullanabilmesi için üç koşulun birlikte gerçekleşmiş olması gerekir:
- Eser, çalışanın iş sözleşmesi kapsamında ve işini ifa ederken yaratılmış olmalıdır.
- Taraflar arasında, eser üzerindeki mali hakların çalışanda kalacağına ilişkin özel bir düzenleme bulunmamalıdır.
- İşin mahiyeti gereği, bu hakların işverende olacağı sonucuna varılmalıdır.
Bu üç koşulun birlikte sağlanması halinde bile işverenin kullanabileceği haklar yalnızca mali haklarla sınırlıdır. Eser sahibinin manevî hakları her hâlükârda saklıdır. Ayrıca freelance geliştiriciler bakımından durum daha da hassastır. Bu kişilerin şirkette çalışmadığı dikkate alındığında, eser üzerindeki tüm mali hakların açık ve yazılı bir sözleşmeyle devredilmiş olması zorunludur. Aksi hâlde startup’ın geliştirdiği ürün üzerinde tam ve risksiz bir fikrî mülkiyet hakkı tesis etmesi mümkün değildir.
Girişimciler Bakımından İki Sistemin Karşılaştırılması
Sonuç olarak, bir startup’ın iş fikrinin veya geliştirdiği ürünün teknik başarısının yanı sıra, bu ürün üzerindeki fikrî mülkiyet haklarının kime ait olduğunun da açık ve belgelenebilir şekilde ortaya konması gerekir. Hukuki sahipliği netleştirilmemiş bir yazılım, yatırım sürecinde önemli riskler doğurabilir; belirsizlikler, şirketin değerlemesini düşürmekle kalmaz, yatırım kararlarını da doğrudan etkileyebilir. Anglo-Amerikan hukuk sisteminde yerleşik olan “work made for hire” yaklaşımı, bu belirsizlikleri büyük ölçüde ortadan kaldırırken, Türk hukuk sisteminde böyle bir otomatik sahiplik kurgusu bulunmaz. Dolayısıyla Türkiye’deki girişimler için fikrî hakların sözleşmelerle açık biçimde devralınması, yalnızca hukuki bir zorunluluk değil, aynı zamanda yatırım süreçlerini sağlıklı yürütebilmek için stratejik bir adımdır.